Friday, May 15, 2020

Keçecizade İzzet Molla’nın Mevlana Halid Hazretleri Hakkında Yazdığı Şiir




Mevlevî-meşreb Keçecizade İzzet Molla’nın (1786, İstanbul - 1829, Sivas), Mevlânâ Halid-i Bağdâdî Hazretleri’ne ithâfen kaleme aldıkları medhiye:



Bir takım îmân-fürûşân, bir alay dellâl-ı dîn,
Satmada sûk-i riyâda, kâle-i a‘mâl-i dîn.
Onların destinde kalmış, muztaribken hâl-i dîn;
Bir mükemmel zât şimdi, eyledi ikmâl-i dîn.

Şeyh Hâlid’dir, gül-i ruhsâr-ı millet-i hâlidîn.
Âsitân-ı huld-i cennet, fe’d-hulûhâ hâlidîn!

Şâh Abdullâh-ı a‘zam, ya‘nî Kutb-i Dehlevî,
Rûh-i cism-i bendegân, cân-ı cihân-ı ma‘nevî.
Bir çerâğı ile verdi, âleme bu pertevi.
Gülşen-i Firdevs’e döndü, ser-be-ser dünyâ evi.

Şeyh Hâlid’dir, gül-i ruhsâr-ı millet-i hâlidîn.
Âsitân-ı huld-i cennet, fe’d-hulûhâ hâlidîn!

Destgâh-ı kâle-i irfâna oldu Nakşibend,
Resm eder isterse, nâr-ı ateşe tohm-i sipend.
Eyle îmân kim, kerâmetiyle memlû kûy u kend.
Dûzah inkârına düşme, olursun der-mend!

Şeyh Hâlid’dir, gül-i ruhsâr-ı millet-i hâlidîn.
Âsitân-ı huld-i cennet, fe’d-hulûhâ hâlidîn!

Bestedir dest-i Resûlullâh’a, târ-ı rabıta.
Nezdine reh bağlayıp, fikret karâr-ı râbıta.
Hazret-i îşân olup, şimdi medâr-ı râbıta,
Tâzelendi gonca-i bâğ-i diyâr-ı râbıta.

Şeyh Hâlid’dir, gül-i ruhsâr-ı millet-i hâlidîn.
Âsitân-ı huld-i cennet, fe’d-hulûhâ hâlidîn!

Hangâhı hem behişt-âbâd, hem dârü’s-selâm.
Çünki kıldı hıtta-i Bağdâd’dan, teşrîf-i Şâm.
Firkatiyle dûzah oldu, kişver-i dârü’s-selâm,
Her ne derlerse desinler, bir sûrî ervâh-ı hâm.

Şeyh Hâlid’dir, gül-i ruhsâr-ı millet-i hâlidîn.
Âsitân-ı huld-i cennet, fe’d-hulûhâ hâlidîn!

Kârı, dâim eser-i eshâb-ı Resûl’e iktifâ.
Kesbi, bu bendergeh-i fânîde terk-i mâsivâ.
Şâm’ı teşrîf eyledi, ol bülbül-i vahdet-nevâ,
Maksadın âlemde istişmâm ise bûy-i vefâ. 

Şeyh Hâlid’dir, gül-i ruhsâr-ı millet-i hâlidîn.
Âsitân-ı huld-i cennet, fe’d-hulûhâ hâlidîn!

Hâlidîler’dir, fesâd-ı ümmeti tathîr eden,
Seyf-i bâtın ile, ehl-i zâhiri tedmîr eden,
Mülhidîni, cân-ı dîni arsa-ı şemşîr eden,
Dâim Ehl-i Sünnet’i, Cennet ile tebşîr eden.

Şeyh Hâlid’dir, gül-i ruhsâr-ı millet-i hâlidîn.
Âsitân-ı huld-i cennet, fe’d-hulûhâ hâlidîn!

İntisâbım var, ezelden şübhesiz dergâhına.
Münkeşif oldu dil-i zârım, dil-i âgâhına.
Şübhe etme, râh-ı hakdır zâhidâ, git râhına!
Bûy-i irfânı sezersen, düşme istiknâhına.

Şeyh Hâlid’dir, gül-i ruhsâr-ı millet-i hâlidîn.
Âsitân-ı huld-i cennet, fe’d-hulûhâ hâlidîn!

Hâk-pây-i cism-i câna, tâ olunca sürme-sâ,
Dîde-i dûz-i hasretim, Mevlâ bilir subh u mesâ.
Andelîb hâmem oldu, vasfına destân-serâ.
Bana da yek-çeşme lutf etsin, o gülşenden Hudâ!

Şeyh Hâlid’dir, gül-i ruhsâr-ı millet-i hâlidîn.
Âsitân-ı huld-i cennet, fe’d-hulûhâ hâlidîn!

Olmasam ben, bende-i Monla Celâleddîn eger,
Tâc-ı fakrın etmemiş olsam, o şâhın zîb-i ser,
Baş koyup dergâhına, İzzet olurdum hâk-i der,
Bari olsun arz-ı hâlimle revân, eşk-i ter.

Şeyh Hâlid’dir, gül-i ruhsâr-ı millet-i hâlidîn.
Âsitân-ı huld-i cennet, fe’d-hulûhâ hâlidîn!



Saturday, May 9, 2020

Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî ve Yahyâ Mezûrî Hazretleri’nden Hatıralar...



Hazret-i Mevlânâ Hâlid kuddise siruhu’l-vâhid efendimiz hazretlerini, sâhib-i te’lîf, ekâbir-i ulemâ-i Süleymâniye’den bazıları, ulûm-i akliyye ve nakliyyenin en mühim ve müşkil mesâil-i edakk-ı dakîkleriyle (en ince meselelerle) ilzâm etmek (susturmak) istediler iseler de kendileri mebhût oldular (şaşırıp kaldılar). Cemi’-i ahvâlde mukâvemet edemediler. Nezd-i kudsiyyelerinde ednâ bir câhil gibi kaldılar ve çare bulamadıklarından âhirü’l-emr (en sonunda) bahrü’l-ulûm ve allâmetü’l-mantûk ve’l-mefhûm, câmi’i’l-menkûl ve’l-ma’kûl, hâvîü’l-fürû’ ve’l-usûl, üstâz-ı ulemâ-i Irâk ale’l-ıtlâk, melce-i fühûlü’l-fudelâ fî hâl-i müşkilât, el-habrü’n-nihrîr, ilhâm-ı hücceti’l-islâm, el-âbid, en-nâsik, en-nakî, el-müteveccih-i bi-küllihî ilallâhi’l-hâdî Eş-Şeyh Yahyâ el-Mezûrî el-Imâdî kaddesallahü sirrehû hazretlerine bir mektûb yazıp gönderdiler ve me’âl-i mektûb şundan ibâretdir: “Kâffe-i ulemâ-yı Süleymâniye tarafından allâmetü’d-dünyâ ale’l-ıtlâkı ve’d-dîn, huccetü’l-müslimîn, mevlânâ ve şeyhunâ Yahyâ el-Mezûrî el-Imâdî hazretlerinedir. Hak te’âlâ Müslümânları, tûl-i hayâtınızla meta’landırsın. Emmâ ba’d, beldemizde vâki’ Şeyh Hâlid nâmında bir zât zuhûr eyledi. Hind’e gidip geldikden sonra vilâyet-i kübrâ ve irşâd-ı uzmâ da’vâsında bulunuyor. Ve şeyh-i müşârün ileyh, vech-i kemâl üzere ulûm-i dîn tahsîlinden sonra terk eyledi ve tarîk-i dalâleti ihtiyâr eyledi. Bizler ilzâm ve ifhâmından âciz kaldık. Ey bizim seyyidimiz! Sizin üzerinize vâcibdir ki bu cânibe gelesiniz. Dalâletini ve merâmını def’ ü men’ edesiniz. Şâyed bu tarafa gelmeyecek olursanız âmme-i nâsa ve bilâd-ı sâireye dalâleti neşr olacaktır. Ve aleyküm selâm ve rahmetullâhi ve berekâtühû”

İşbu mektûb-i bî-üslûb yed-i müşârün ileyhe vâsıl olunca bazı talebesiyle refâkaten bir hayvana râkiben (binerek) Süleymâniye’ye müteveccih oldular. Vaktâ ki belde-i mezkûreye karîb olunca cümle ulemâ-yı belde ve küberâ-yı mahalle istikbâle çıkıp yed ü pây-ı devletine rû sürüp her birerleri kendi hânelerine nüzûlünü ricâ ve niyâz eylediler ise de Şeyh-i müşârün ileyh hazretleri rûy-i mumâne’atla “Elbette şu sâ’atde Şeyh-i müştehârün ileyh ile görüşmek lâzımdır.” diyip zâviye-i hazrete müteveccih oldular. Vaktâ ki dâhil-i harem-i serây-ı dilârâ oldular ise Hazret-i Mevlânâ kuddise sirruh efendimiz hazretleri kıyâm ve istikbâl buyurup musâfaha eyledikden sonra cânib-i cenâb-ı cenb-i şerîflerine iclâs ettirdiler (yanlarına oturttular) ve Şeyh Yahyâ el-Mezûrî kuddise sirruh hazretlerinin kalbinde mahfûz bir takım mesâil-i dakîka (ince meseleler) var idi. Feth-i dehân etmeksizin (ağzını açmadan) Hazret-i Mevlânâ kuddise sirruh efendimiz hazretleri, şeyh-i müşârün ileyhe hitâben buyurdular ki: “Ulûm-i Rabbâniyye’de çok mesâil-i müşkile vardır. İşte birincisi budur ve cevâb-ı budur. İkincisi dahî şudur ve cevâbı dahî budur...” Her ne kadar kalb-i şeyh-i müşârün ileyhde musammem mesâil-i dakîka var ise cümlesini izhâr buyurup yine i’tâ-yı cevâbla hall ve îzâh buyurdular. Ve Şeyh Yahyâ Hazretleri bildi ki bu zevât-ı âlî-kader, kibâr-ı evliyâullahdandır, hemen kadem-i şerîflerine düşüp afv ve ricâ eyledi. Ve inâbe (tevbe) ve tasdîk edip Hazret-i Mevlânâ kuddise sirruh efendimiz hazretleri dahî bir hücre-i mahsûsa ta’yin buyurup ba’de’s-sülûk ehass-ı ricâl-i tarîkat-i aliyye-i hâlidiyye’den olmuşdur. İşbu vak‘a-i ibret-nümâ ve kerâmet-i hayret-efzâ gûş-i münkirîne (inkar edenlerin kulaklarına) îsâl olunca istidbâren hâib ve hâsir kaldılar (arka çevirip hüsrana uğradılar) ve ekserîleri tâib olub (tevbe edip) mürîd-i mu’tekiddînden (kabul eden müridlerden) olmuşdur.

Hazret-i Mevlânâ kuddise sirruh efendimiz hazretleri, Şeyh Yahyâ el-Mezûrî hazretlerini çok sever, ve kendilerinin müridi olmasına rağmen mu’âmele-i akrânda bulunurlar idi. Lâkin Şeyh Yahyâ el-Mezûrî kuddise sirruh, nefsini, meclis-i âlî-i kudsiyyelerinde hüddâmdan (hizmetçilerden) addederdi.

Hizmet-i müşârün ileyhde (Şeyh Yahyâ’nın hizmetinde) âlimü’l-edîbü’s-sâlih, eş-Şeyh, İsmail el-Berzencî hazretleri olup, Şeyh Yahyâ hazretlerinin hücresinde hizmet-i şerîfinde bulunduğu bir esnâda Şeyh Yahyâ hazretleri kaylûle eder ve Hazret-i Mevlânâ kuddise sirruh efendimiz hazretleri hücre-i mu’attara-i devlethânelerinden kalkıp Şeyh Yahyâ hazretlerinin hücresine teşrîf buyurup Şeyh İsmail istikbâl buyurup (karşılayıp), der ki: “Efendim, Şeyh Yahyâ hazretleri nâimdir (uyuyor).” Hazret-i Mevlânâ efendimiz hazretleri buyurdular ki: “Îkâz etme (uyandırma).” Akabinde Şeyh Yahyâ hazretleri’nin yanına gelip onu uyandırmadan öpüp buyurdular ki: “Metta‘nallâhu bi-tûl-i hayâtik” yani, “Yâ Şeyh Yahyâ, Hak te’âlâ hazretleri, tûl-i hayâtınla (uzun ömrünle) bizleri meta’landırsın” demektir. Ba’dehû (sonrasında) hücre-i müşârün ileyhden kendi hücre-i mukaddeslerine teşrîf buyurdular.

Şeyh Yahyâ el-Mezûrî hazretleri, ekâbir-i ulemâ-yı ümmet-i Muhammediyye’den idi. Bir çok âlim yetişdirmişdir. Şeyh Yahyâ hazretlerinin önüne na’leyn-i şerîflerini Şeyh İbrahim Fasîh hazretleri çevirirdi ve hizmet-i devletlerinde bulunurlardı. Şeyh Yahyâ hazretleri ona buyururlardı ki: “Ya İbrahim, sen meşâyih-zâdesin (Sâlih Hayderî hocamın oğlusun). Bu makûle (bu gibi) işleri etme.” diyip rû-yi rızâ göstermezlermiş. İlm öğrendiği üstâdlarına bu derece hürmet eder idi.

Menkıbe

Şeyhü’l-meşâyıh Hazret-i Mevlânâ Hâlid kuddise sirruh efendimiz hazretleri, Şeyh Abdülvehhâb es-Sûsî’yi istihlâfen (halîfe ta’yîn edip) İstanbul’a irşâda göndermişler ve ekâbir-i ricâl-i devlet-i aliyye ile ziyâdece görüşüp nefsini ucba ilkâ eylemiş ve her ne hikmete mebnî ise tarîkat-i aliyyeden el-ıyâzu billâh (Allah muhafaza) vukû’-i tardına binâen, Hazret-i Şeyh Yahyâ el-Mezûrî hazretlerine ilticâ edip, yed-i şerîflerini ba’de’t-takbîl (elini öpdükten sonra) Hazret-i Mevlânâ kuddise sirruh efendimiz hazretlerinden afv-ı kusûrunu iltimâs eyledi (şefaatçi olmasını istedi). Şeyh Yahyâ kuddise sirruh hazretleri, Hazret-i Sultânü’l-müfettişü’l-kulûb Mevlânâ Hâlid kuddise sirruh efendimiz hazretlerinin nezd-i kudsiyyelerine varıp afv-ı müşârün ileyhi iltimâs eyledi ve Mevlâna efendimiz hazretleri buyurdular ki: “Eğer affetmek benim elimde olsaydı affederdim. Ne çare ki sâdât-ı silsile-i Nakşibendiyye ervâhı onu kapılarından tard etmişlerdir. Eğer Abdülvehhâb, sakalını tıraş edip, yüzünü siyahlayıp, merkebe ters binip, sokaklarda Abdülvehhâb olduğunu bildirip nefsini kesr ederse, ervâh-ı sâdâtın (büyüklerin ruhlarının), bu takdîrce afv buyurmaları me’mûlümdür (affetmelerini umarım).” Şeyh Yahyâ hazretleri merhamet-i eğlebiyyelerinden (çok galebe çalan merhametlerinden) buyurdular ki: “Makûle keyfiyyete (bu işe) nefs-i Abdülvehhâb tâkat getiremez. Ruhsat-i aliyye-i kudsiyyenizle ona karşılık ben kulunuz sakalımı tıraş edeyim ve yüzümü siyahlayayım ve merkebe ters binip sokaklarda gezeyim. Tâ ki ervâh-ı silsilemiz, Abdülvehhâb’ı afv buyuralar. Nefs-i Yahyâ bir Müslüman’ın hâcetinde fedâ olsun.” İşbu kelâm-ı hüzn-âmize (bu pek hüzünlü söze) Mevlânâ Hâlid kuddise sirruh efendimiz hazretleri ağladılar ve Şeyh Yahyâ hazretlerinin boynuna sarılıp hayli vakit ağlaşdılar. Ba’dehû Hazret-i Sultânü’l-evliyâ Mevlânâ Hâlid kuddise sirruh efendimiz hazretleri, salât-ı nâfileye mübâşeret buyurdular ve Şeyh Yahyâ kuddise sirruh efendimiz Abdülvehhâb’a gelip: “Kimseyi levm etme (kötüleme). Ancak kendi nefsini levm et.” buyurdular ve Abdülvehhâb hâib ve hâsir kalkdı gitdi. Ne’ûzü billâhi min sûi’l-munkalib.


Menkıbe

Şeyh Yahyâ el-Mezûrî kuddise sirruh hazretleri, ahlâk-ı hamîde (övülmüş ahlak) ve hısâl-ı cemîle (güzel hasletler) sâhibi olup hânesinde harem-i şerîfleriyle (hanımıyla) çamaşır yıkar, yemek pişirir ve sâir havâyic-i beytiyyede zevcesine i’âne buyururdu (yardım ederdi). Ve evlâdı vefât ettiği vakitde kendisi gasl eyleyip  harem-i muhteremelerine ta’ziye ve ni’am-ı Hakk’a (Cenâb-ı Hakk’ın ni’metlerine) şükr ve senâ buyururdu. Hattâ bir gün mahdûm-i güherleri (kıymetli oğulları) allâmetü’l-muhakkık, Abdurrahmân Efendi hazretlerini, bir dağda tâife-i Yezîd katl etdiler. İşbu haber-i dil-hırâş (yürek parçalayan haber), esnâ-yı dersde iken sem’-i âlîlerine vâsıl oldu (kulaklarına geldi). “Hasbünallâh ve ni’me’l-vekîl (Allah bize yeter, O ne güzel vekîldir).” buyurup takrîr-i dersden aslâ infikâk etmediler (dersden ayrılmadılar).


Şeyh Yahyâ el-Mezûrî kuddise sirruh hazretleri 100 yaşında Bağdâd’da rıhlet-i dâr-ı bekâ buyurdu. El-âlimü’s-sâlihü’t-takî Molla Hüseyn bin Molla Camî hazretleri gasl eyledi ve âlimü’l-fâdıl, es-Seyyid Muhammed Emîn Efendi ve birâderi es-Seyyid Sâlih el-Hayderî Efendi ve İbrahim Fasîh Efendi ve nice kibâr-ı ulemâ münâvebeyle teberrüken su dökdüler. Allâmetü’l-fehâmetü’n-nihrîr, eş-Şeyh Abdurrahmân Rûzbehânî tâbe serâhu hazretleri, salât-ı cenâzede muktediyyün-bih (imâm) olup ekâbir-i ulemâ-yı Bağdâd ve cümle ehâli-yi bilâd cenâze nemâzını kıldılar. Halef-i na’ş-ı şerîflerinden medfen-ı firdevs-misâle kadar geldiler. Zannolunurdu ki kıyâmet gününden bir gündür. Gavsü’l-a’zam ve kutbü’l-efham, el-âlimü’r-rabbânî ve’l-ârifü’s-samedânî, es-Seyyid eş-Şeyh Abdülkâdir el-Geylânî kaddesallâhu sirrehû ve efâda aleynâ min berekâtuhû efendimiz hazretlerinin civâr-ı se’âdetlerine defn olundu. Rahmetullâhi te’âlâ aleyh.



Latinize: Emir Ali Demirel
Kaynak: Şemsü’ş-şümûs Tercümesi, Hasan Şükrü Efendi, Hicrî 1302, İstanbul.














Eyüp Sultan Camii Kitabesi

  Zehî münkâd-ı emr-i Girdigâr u zıll-i Rabbânî Ser-firâz-ı cihândârân u asrın şâh-ı devrânı Menâr-ı nûr-ı şân Sultân Selîm Hân-ı bülend-ikb...