Thursday, December 9, 2021

Abdülhâlık-ı Gucdüvânî Hazretleri’nden Kıymetli Nasihatler

 


Tam adı “Reşahât-ı Aynü’l-Hayât” [Hayat Pınarından Sızıntılar] olan Reşahât kitabı, Hüseyin Vâiz-i Kâşifî’nin oğlu Fahreddîn Alî Safî’nin (v. 1532) Nakşibendî tarikatına dair yazdığı bir tasavvuf kitabıdır. Alî Safî, 1484-1488 tarihlerinde şeyhi Ubeydullah Ahrâr Hazretleri’nin sohbetlerine katılarak duyduklarını not ettiğini, 1503’te bu bilgileri Nakşibendiyye’ye mensup diğer şeyhlerden duyduğu ve mu’temed eserlerden derlediği malumatla beraber bir kitap haline getirdiğini, asıl gayesinin Ubeydullah Ahrâr’ın hayatını ve menkıbelerini anlatmak olduğunu, esere verdiği “Reşehât” adının eserin tamamlandığı hicrî 909 (1503) yılıyla alâka-bahş bir surette örtüştüğünü ifade eder. 1585 senesinde Şerif Abbâsî tarafından Türkçe’ye tercüme edilen Reşahat, devr-i matbaada defaatle de basılmıştır.

Kitapta, Abdülhâlık-ı Gucdüvânî [v.1220] Hazretleri’nin kıymetli nasihatlerinin olduğu bir kısmı Latinize ediyoruz:






 

Abdülhâlık-ı Gucdevânî Hazretleri’nin âdâb-ı tarîkatde bir vasıyyetnâmeleri vardır ki, kendilerinin ferzend-i ma‘nevîleri [manevi oğulları] Hoca Evliyâ-ı Kebîr içün yazmışlardır. Ol nâme-i nâmî[o meşhur name] ve ol sahîfe-i kirâmî [o ulu sayfa], envâ‘-ı fevâid-i cezîle [çok çeşitli faideler] ve esnâf-ı ‘avâid-i celîleyi [pek güzel getirileri] müştemildir ki her fıkrasında münderic olan dürer-i me‘ânî-i âliye [inci misali yüce manalar], sermâye-i sâlikân ve her kelimesinde mündemic olan cevâhir-nesâyih-i sâmiye [kıymetli mücevher misali nasihatler], güşvâre-i gûş-i zinde-dilândır [gönlü diri olanların kulaklarına küpedir]. Ve ol vesâyâdandır ki bu birkaç fıkra ki teyemmün ve teberrük tarîkiyle zikr olunur:

Buyurmuşlardır ki:

“Vasiyyet eylerim sana ey oğul ki, cemî-i hâlde ilim ve edeb ve takvâ üzere olasın ve âsâr-ı selefi tetebbü eyleyesin [eski ulema ve evliyanın bıraktığı eserleri okuyup inceleyesin ve tatbik edesin] ve sünnet ve cemaate mülâzım olasın [devamlılık gösteresin] ve fıkıh ve hadis öğrenesin ve câhil sofulardan perhîz eyleyesin.

Hemîşe [daima] namazı cemaatle kılasın ol şartla ki imam ve müezzin olmayasın ve hergiz [asla] şöhret taleb eyleme ki şöhretde afet vardır ve bir mansab ile mukayyed olma ve padişah ve padişah-zâdelere musâhip olma.

Çok simâ eyleme ki ziyade simâ, filhâl nifâk peydâ eyler ve simâın çokluğu gönül öldürür. Simâı inkar eyleme ki simâın eshabı çoktur.

Az söyle, az ye, az uyu ve halkdan kaç arslandan kaçdıkları gibi ve daima halvetinde ol ve taze oğlanlar ile ve avretler ile ve mübtedi’ler [bidat sahipleri] ve ganîler [zenginler] ile ve âmîler [düşük tıynetliler] ile sohbet etme.

Helal ye ve şüpheden perhîz et. Çok gülme ve kahkaha ile gülmekden ictinâb eyle ki çok gülmek gönlü öldürür.

Ve gerekdir ki herkese şefkat gözüyle bakasın ve hiçbir ferdi hakîr görmeyesin.

Kendi zâhirini bezeme ki zâhir bezemek, bâtın harablığındandır.

Halk ile mücadele eyleme ve kimseden nesne isteme ve kimseye hizmet buyurma ve şeyhlere mal ile ve ten ile ve can ile hizmet eyle ve onların ef’âline inkâr eyleme ki onların münkiri [inkar edicisi], hergiz [asla] felah bulmaz.

Dünyaya ve ehl-i dünyaya mağrur olma. Gerekdir ki senin gönlün daima enduh [tasa(ahiret tasası)] ile dolu ola ve bedenin bîmâr [hasta] ola ve gözün giryân [ağlayan] ola ve amelin hâlis ola ve duân tazarru’ [içten yakarış] ile ola ve yoldaşın derviş ola ve mayan fıkıh ola ve evin mescid ola ve mûnisin Hak Te’âlâ ola.”

 

Monday, November 15, 2021

Osman Gazi’nin Nasihatleri (Tarih-i Cevdet’ten)


İşte Devlet-i Aliyye’nin birinci devri budur ki, bir sancak beyliği şeklinde iken yüz sene zarfında tecsîm ederek bir devlet-i kaviyye ve cesîme oldu. Çünkü imâme-i subha-i imâret olan Osmân Gâzî Hazretleri, dem-i vâpesînde [son anlarında], oğlu Orhân Gâzî Hazretleri’ne üç vasiyet etmiş. Şöyle ki:

“1-Evvelâ her hususda şer’-i şerîfe inkıyâd ve mutâva’at ve mehâm-ı umûrda [mühim işlerinde], ehil ve erbâbı ile meşveret edesin.

2-Sâniyen, avâm ve havâsa makâm ve rütbelerine göre ikrâm ve in’âm ve husûsiyle da’âim-i dîn-i İslâm [İslâm dîninin destekçisi] olan ulemâ-yı a’lâma ziyâde ihtirâm ederek, “Hayrunnâsi men yenfe’u’n-nâs” [İnsanların en hayırlısı, insanlara faydalı olandır] sırrına mazhar olasın.

3-Sâlisen, çünkü benden sonra makâm-ı imârete geçeceksin, bu makâmın erkân ve levâzımından olan “Et-ta’zîmu li-emrillâh ve’ş-şefekatu alâ halikillâh” [(Din), Allah'ın emirlerini yüce bilmek ve onun yarattıklarına merhamet etmektir] mukaddemelerini derpîş [göz önünde bulundur] ve i’lâ-yı kelimetullâh netîce-i hayriyyesini taleb ve taharrî ederek [arayarak], fî sebîlillâh cihâd ve gazâya bezl-i mesâî eyleyesin.”

Demiş olduğuna mebnî ahlâfı [nesli] dahî bu şâhrâh-ı müstahsen ve müstakîme [beğenilen ve doğru olan selâmet yoluna] sâlik olarak, mukaddemen memâlik-i islâmiyyede tehaddüs eylemiş olan usûl-i zulmiyye ve rüsûm-i ta’assubiyyeyi ref’ [kaldırmak] ile diyânet-i sahîha ve adâlet-i tâmme üzere hareketi iltizâm ve temâm-i imâret-i celîle-i şer’iyyeye şâyân olacak vech-i vecîh üzere icraata devâm ve ikdâm eylediklerinden az vakit zarfında böyle kaviyyü’l-bünyân ve meşîdü’l-erkân bir devlet-i aliyye vücûda gelmiştir.


Târîh-i Cevdet I/38





Thursday, November 11, 2021

Tarih İlminin Lüzüm ve Faidesi Nedir? (Ahmed Cevdet Paşa’dan)

Ahmed Cevdet Paşa merhum (1823-1895), Osmanlı son devrin mutenâ zevât-ı kirâmındandır. Edîb, müverrih ve hukukçu olarak temâyüz etmiş, sebâtkârlığı ve gayretkeşliği ile ömrünü insanlara hizmetle geçirmiş nâdîde bir bürokrattır. “Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye” ve “Kısas-ı Enbiyâ”, diğer çalışmalarının en meşhurlarındandır.

1851’de başlayıp, 1882’de hitâma erdirebildiği 12 cildlik “Târîh-i Cevdet” adlı eserinde, 1774-1826 arası Osmanlı tarihini anlatır lakin sadece bununla mahdût kalmaz, memleketlerin ve hadiselerin geçmişlerine dair malumat, yeri geldikçe de mevzu ile alakalı sayfalarca çok farklı malumatlar vermektedir. Bu cihetle “Târîh-i Cevdet”, bir bahr-i nâmütenâhî gibi içinden inci mercan toplamak isteyenleri cezb etmektedir. Allahü teala dîn-i islamın neşri ve tatbiki yolunda ifnâ-yı beden efen Cevdet Paşa merhumâ ganî ganî rahmet eyleye.

Bu görsel boş bir alt niteliğe sahip; dosya adı FDvInQQXEAItPMT-1024x376.jpeg
Cevdet Paşa’nın Fatih Cami Bahçesindeki Mezarının Yan Taraflarında Bulunan Tarihçe-i Hayatı’nın Son Kısmı
Bu görsel boş bir alt niteliğe sahip; dosya adı Screenshot_1-1.png
Yukarıdaki Osmanlıca Metnin Latinizesi
Bu görsel boş bir alt niteliğe sahip; dosya adı Screenshot_2.png

Ahmed Cevdet Paşa, Târîh-i Cevdet’in I.Cildinin 15.sayfasında, “İLM-İ TÂRÎHİN LÜZÛM VE FÂİDESİ BEYÂNINDADIR” başlığı altında aşağıdaki satırları yazıyor:

İlm-i târîh, efrâd-ı nâsı [insanları], vekâyi’-i me’âsir-i mâziyyeye [geçmiş vakıalara] ve vükelâ ve havâsı hafâyâ ve serâir-i mukteziyyeye [lüzumlu gizli sırlara] muttali’ edip; nef’i [faydası], âmme-i âleme âid ve râci’ olduğundan, âmme-i eşhâs, mütâla’asına mecbûl [öğrenmeye alışmış ve devam etmiş]  ve beyne’l-havâs [seçkinler arasında] makbûl ve mergûb [rağbet edilmiş] bir fenn-i kesîrü’l-menâfi’dir [çokça faydaları olan bir fendir]. Zirâ insân, medenîyyü’t-tab’ [tabiatinden gelen bir şekilde medenî] olup, yanî, behâyim [hayvanlar] gibi münferiden yaşayamayıp, mahal-be-mahal akd-i cem’iyyet ederek, yekdiğere mu’âvenet [yardım] etmeye muhtâc olurlar. Ve bu cem’iyyet-i beşeriyyenin derecât-ı mütefâvitesi [farklı dereceleri] olup, ednâ [en düşük] derecesi, hayme-nişîn [çadırda yaşayanlar] olan kabâilin cem’iyyetidir ki havâyic-i zarûriyye-i beşeriyyeyi [beşerî zarûrî ihtiyaçları] tedârik ile şecere-i hayâtın semeresi [hayat ağacının meyvesi] olan tenâsül [nesli devam ettirme] maksadına vusûl bulurlar lâkin şekil ve hey’et-i medeniyyetin netîcesi olan ma’ârif ve ulûm-i sanâ’iyye ve sâir hasâis-i kemâliyye-i insâniyyeden [yüksek insânî hasletlerden] mahrûm olurlar. Ve ehl-i kurâ [köy ehli], medâin-i mu’âzzama [büyük şehirler] ahâlîsine nisbetle, âsâr ve netâyic-i sahîha-i medeniyyetden mehcûr [uzak] addolundukları gibi bunlar dahî kurâ ahâlîsine nisbetle medeniyyetden dûr kalırlar.

Cem’iyyet-i mezkûrenin a’lâ [yüksek] derecesi dahî, medeniyyet yanî devlet ve saltanat mertebesidir ki bu, devletin sâye-i hıfz ve hirâsetinde [koruması sâyesinde] yekdiğere gadr ve ta’addîden [düşmanlıktan] ve a’dâ ve ağyâr [düşman ve diğerleri] endîşesinden âzâde olup, bir tarafdan ihtiyâcât-ı beşeriyyelerini tahsîle ve bir tarafdan dahî kemâlât-ı insâniyyelerini tekmîle meşgûl ve âmâde olurlar. Şöyle ki def’-i mazarrat ve celb-i menfa’at [zarardan kaçınma ve menfaate yönelme] dâiyyesi [içten gelen arzusu], insânda bir emr-i cibillî olup, bazen bir maksadda bir nice kimselerin emel ve arzûları müttahid [birleşmiş] ve mezâhim [zahmetli] oldukda, başlı başlarına kalsalar yekdiğere gadr etmek istediğinden ve bazen dahî bir maslahat-ı umûmiyyede bir cem’iyyet ile diğer cem’iyyetin beyninde [arasında], bi’t-tab’ [tabî olarak] münâza’ât [tartışma] ve muhârebât [savaşma] vâki’ olageldiğinden, herkes hukûk-i zâtiyye ve umûmiyyesini [şahsî ve umûmi haklarını] cânib-i hükûmete tevdî’ ile, onun hüküm ve himmetine râzı olarak, levâzım-ı kemâlât-ı insâniyye tahsîline meydân-ı ferâgat [boş meydan] bulurlar. Ve ol millet, sınıf sınıf ayrılıp, kimisi zirâ’at ve ticâret ve kimisi umûr-i mülkiyye ve askeriyyede hizmet eder. Ve ulûm ve sanâyi’ kuvvetiyle yüz kişinin havâyic-i zarûriyyesini [zarûrî ihtiyaçlarını], on kişi hâsıl etmeye ve müddet-i medîde [uzun bir müddet] zarfında hâsıl olabilecek mevâd [maddeler], az vakit zarfında husûle gelmeye başlayıp, ol milletin evkâti [vakitleri], havâyic-i zarûriyye tahsîlinden fazla kalarak ve işbu fazla vakitler dahî hasâis-i kemâliyye-i insâniyye tekmîline masrûf [sarf edilmiş] olarak, hazeriyyet ve medeniyyet [köy ve şehir hayâtı], günden güne bu nisbet üzere müterakkî olup gider. Ancak ol milletde artık sâdelik ve sebükbârlık [az ile yaşama] kalmayıp, tecemmülât [süslenme] ve tekellüfât [gösteriş] artarak ihtiyâcât çoğalır. Ve ona göre menâfi’-i zâtiyye ve iğrâz-ı şahsiyye [şahsî davalar] tezâyüd [artma] ve terakkî [ilerleme] bulur. Ve gittikçe ol milletin idâresine su’ûbet [zorluk] gelerek hüsn-i idârenin husûl bulmasıyla devletin ilerlemesi ve milletin sa’âdet-i hâl kesb edebilmesi mahâret ve vukûf eshâbının sarf-ı ihtimâm ve dikkatine mevkûf [bağlı] olur. Böyle umûr-i siyâsiyyede mahâret ise, ancak tecrübe ile hâsıl olabilip, her sûreti tecrübeye dahî, bir adamın ömrü vâfî [vefâ gösteren] ve bir asrın tecrübesi kâfî [kifâyet gösteren] olmadığından ve ârif olanlar (اَلسَّعِيدُ مَنْ اِتَّعَظَ بِغَيْرِهِ) [Mutlu, kendinden başkasının nasihatini dinleyendir] hadîs-i şerîfi müeddâsınca [manasınca], her şeyi nefsinde tecrübeye kalkışmayarak, sâirinden ibret ve nasîhat alageldiklerinden, vükelâ ve havâs; ilm-i târîhden, sâir eşhâs gibi, ahvâl-i zâtiyyelerince [şahsî halleri cihetinden] müntefi’ [fayda gören] olduklarından başka mesâlih-i düveliyyece [devletin faydasına olacak işler cihetinden] dahî müstefîd [istifâde eden] ve mütemetti’ [kâr eden] olurlar. Binâenaleyh vatan ve memleketini seven ve devlet ve milletinin bekâsını isteyen eslâf-ı ma’ârif-ittisâf [irfan sahibi eskiler], kendi asırlarının vekâyi’ ve ahbârını [vakıa ve haberlerini] zabt ile, ahlâfa [sonrakilere] yâdigâr bırakarak, kendileri dahî mazhar-ı ed’iye-i hariyye-i ahlâf [sonrakilerin hayır dualarına mazhar] olagelmişlerdir. Kaldı ki, mâzî ve müstakbel ahvâline vâkıf ve belki ezel ve ebed esrârını ârif olmaya, insânda bir meyl-i tabî’î olduğundan, ale’l-umûm nev’-i beşerin bu fenne ihtiyâc-ı ma’nevîsi derkârdır.

لَا تَشْبَعُ الْعَيْنُ مِنْ نَظَرٍ وَ لَا السَّمْعُ مِنْ خَبَرٍ وَ لَا الاَرْضُ مِنْ مَطَرٍ
[Göz bakmaya, kulak habere, toprak yağmura doymaz]

Hıfz-ı nizâmât-ı düveliyye [devletler nizamının muhafazası], ilm-i târîh ile olup, usûl-i sâlifenin vakit ve hâle tatbîkâtında ise fevâid-i kesîre [çokça faydalar] mütehakkık [ispatlanmış] olduğundan, bazı ulemâ, ilm-i târîhin ta’lîm ve ta’allümü, derece-i vücûbdadır [vâcip mertebesindedir] dediler.

Bu görsel boş bir alt niteliğe sahip; dosya adı 20211030_170019-765x1024.jpg
Ahmed Cevdet Paşa'nın Baş Şâhidesi

Asrımızın İbn-i Kemâli idi
Hayfâ ki terk-i hayât eyledi

Edîb idi hayli eser bırakdı
Tezyîn-i zât ü sıfât eyledi

Takdîre edip rızâsın izhâr
Allâh deyû azm-i Cennât eyledi

Târîhini yazan kalem kırılsın
Ahmed Cevdet Paşa vefât eyledi (1312)


Wednesday, June 23, 2021

Tevbe’ye Dâir..

 


Malum ola ki, Hak teala cümlemize tevbe-i sâdıka-i dâime-i makbûle müyesser eyleye ve razı olduğu ilme ve amele muvaffak eyleye. Amin, bi-hürmeti'n-nebiyyi'l-ümmiyyîn.

 

Tevbe etmek, evâmir-i İslâmiyye'nin ehemmidir ve makâmât-ı îmâniyyenin evvelidir. Tarîk-i hakkın mebdeidir ve saadet kapısının miftâhıdır. Bazı sâlihlerden nakl olunur ki: Otuz sene kadar tevbe etmeğe say etmekle kendüye bir hayret ve acz gelip, 'Ne aceb! Tevbe etmek bana âsân olmadı.' dedikde, ona demişleri ki: 'Senin talep ettiğin ziyâde büyük nesnedir. Zîrâ sen Hak Teala'nın muhabbetini talep edersin. Bu muhabbetullâh ise, bir azîm saadettir. Nitekim Hak Teala buyurur: İnnallâhe yuhibbu't-tevvâbîne ve yuhibbu'l-mutatahhirîn. Yani, Hak Teala, günahlardan çok tevbe edici kulları sever ve çirkâb-ı zünûbdan pâk olanları sever deyû buyurmuştur. İmdî, senin talep ettiğin, tez ele girmez' deyû cevâb vermişlerdir.

 

Birgivî Vasiyetnâmesi Şerhi, sf.128


Wednesday, June 2, 2021

Akşemseddin’in Fatih’e mektubu

Konstantinopolis’in muhasarası 2 haftadır şiddetle devam etmekte iken, tonlarca gıda ve çeşitli iâneleri hâvî 3 büyük Ceneviz kalyonu Osmanlı donanamasını geçerek Haliç’e girmeye muvaffak olmuştu. Bu hâdise, Roma cânibini şandân u handân ederken, Osmanlı tarafına Tursun Beğ’in deyişiyle “fütûr ve perişânî” salmıştır. Tâcizâde ise askerin bölük pörçük olduğunu yazar aynı vakıayı anlatırken.

Gemilerin arkasının geleceği, daha büyük bir Haçlı donanmasının yolda olduğu haberleri de kara bulutları tahrik etmektedir. Bir bozgunun eli kulağındadır ki, bu sırada Molla Akşemseddin’in mektubu çıkagelir:



Hüve’l-Muizzü’n-Nasîr

Tahiyyât-ı zekiyyât ve teslîmât-ı sâfiyyât iblâğ kılmaktan sonra Cenâb-ı Kerîm’e ma‘rûz oldur ki, bu hâdise ki ol gemi ehlinden oldu. Kalbe hayli tekessür ve melâlet getirdi. Bir fırsat görünürdü, fevt olduğuna gayretler geldi. Biri gayret-i dîn ki, kâfirler ferah olup şemâtet-i a‘dâ olundu. Ve biri bu ki, mübârek vechinize noksan re’y ve ‘adem-i nifâz-ı hükm nisbet olmak ve biri bu ki, bu za‘îfe, ‘adem-i isticâbet-i du‘â nisbet olmak ve tebşîrimüz gayr-i mu‘teber olmak. Ve dahî mahzûr çok. İmdî müsâhele ve rıfk gerekmez. Bunun gibi bâbda, istiksâ idüp kimden bu tahallüf ve ‘adem-i ikdâm oldu bilüp, ‘ukûbet-i ‘azîme gerek. Azl gibi ve ta‘zîr-i şedîd gibi. Eğer olunmaya, yarın bir gün kal‘aya hücûm edecek ve hendek doldurmalı olacak, tehâvün ederler. Bilürsüz, ekseri, yasak müslümanıdır. Allah içün canını ve başını koyan azdan azdır. Meğer ki bir ganîmet göreler, canlarını dünyâ için oda atalar. İmdî mercû ve mütevekka‘ oldur, cidd ü cehd bi-kaderi’l-istitâ‘a, hem fi‘len ve hem emren ve hükmen ve kavlen idesüz ve bunun gibiye râci‘ olanı bir merhameti ve rıfkı az olan kimseye buyurasız. Teşdîd ve tağlîz ede, kemâ yenbağî. Ve hem asl-ı şer‘îsi vardır. Kâlellâhu te‘âlâ: “Yâ eyyühe’n-nebiyyü câhidi’l-küffâra ve’l-münâfikîne ve’ğluz aleyhim”

Bir aceb nesne vâki‘ oldu. Melâletle otururken Kur’ân-ı ‘Azîme tefe’ül etdik. Sultânü’s-sâdât Ca‘fer-i Sâdık işâreti üzere bu âyet geldi: “Va‘adallâhu’l-münâfikîne ve’l-münâfikâti ve’l-küffâra nâre cehenneme hâlidîne fîhâ. Hiye hasbuhum ve la‘anehumullâhu ve lehum azâzun mukîm” İmdî ol varmayanların bâtını Müslümân değildir. Hükm, münâfikîn de, kâfirle azâb-ı cehennemde mukîm olmakdır. Demek işâreti düşdü, bes teşdîd-i maslahat göründü. Himmet idesüz. Âkıbet hacâletle, inkisârla gitmeyevüz. Belki ferah ve mansûr ve muzaffer gidevüz bi-‘avnillâhi ve nusretihî âmîn. İmdî gerçi “El-‘abdu yüdebbiru vallâhu yukaddiru” kazıyyesi sâbitdir. El-hükmü lillâh. Velâkin elinden geldikçe cidd ü cehdini kul, taksîr etmemek gerek. Resûlullâhın ve eshâbının sünneti budur. Ve dahî melâletle Kur’ân okuyup yatmak vâki‘ oldu. Şükr Allâhü te‘âlâya, envâ‘-ı vechle lutuflar edip beşâretler oldu ki çok zamandır onun misli olmadıydı. Tesellî-yi tâm hâsıl oldu. Ve bu sözleri söylediğimiz, hazretinize fuzûl-i kelâm ‘addolmaya. Sevdiğimizdendir hazretinizi!



Friday, May 28, 2021

Kral 3.Edward'ın oğlu Kara Prens Edward'ın Lahdindeki Şiir



 


1330’da Woodstock’ta doğup, babası Kral III. Edwardın en gözde şehzadesi olan lakin babasından bir sene evvel 1376’da ölüp tahta geçemeyen Edward’ın, Canterbury Katedrali’nde yer alan lahdinin etrafındaki Fransızca şiirin, İngilizce tercümesi’nden yaptığım Türkçe tercümesi:


Ey buradan gelip geçen kimse
Bu kabre girmiş cesedin yanından
Ne diyeceğimi bak iyi dinle
Şimdi konuşmaya başladığım zaman

Ben de bir zamanlar yeryüzünde senin gibiydim
Bir zaman sonra sen de benim gibi olacaksın
Hayattayken ölüm saatini pek az zikrettim
Sayılı nefeslerimle ah, pek çok eğlendim

Muhteşem zenginliklere sahip idim
Asâletin en şereflisine mâlik idim
Altın, gümüş ve kumaşın en hası oldu benim
Hazineler, atlar, evler ve engin arazilerim…

Lakin şimdi pek alçak ve kıymetsizim
Derin toprakta işte yatar bedenim
Bunca güzelliğimin hepsini yitirdim
Etlerimi, kemiklerime kadar kaybettim

Şimdi evim çok dar ve pek dağınık
Çıkmaz dilimden hakikatten gayrı varlık:
Eğer şimdi sen beni bir göreydin
İnanıyorum ki benim için şunları derdin
Bu yığın hiç bir zaman bir adam olmuş olamaz
Bedenim o kadar harap ki artık toparlanamaz

Allah aşkına, şimdi alemlerin rabbine dua et
Ki ruhumu koysun yüce Cennetine ilelebet
Yüce Rabbe niyaz edip yalvarmalar
Benim selametim için olsun yakarışlar
Tanrı onu yerleştirsin yüksek cennetlerine
Ki bulunmaz orada hiç sefih bir kimse



 


Thursday, May 20, 2021

Mir’ât-ı Kâinât Kitâbının Hâtimesi


 

1621 senesinde vefat eden Nişancızâde Mehmed Muhyiddin Efendi’nin, Mir’ât-ı Kâinât nâm kitabının hâtimesi ve Latinizesi:

 


 ---


Hâtime-i kitâb


Elhamdülillâh ki fahr-i cemî‘-i âlem Seyyid ü sened-i benî-âdem sallalâhü aleyhi ve sellem bi-adedi enfâs-i men sekete ve tekellem hazretlerinin âfitâb-ı âlem-tâb dîn-i şeref-intisâbları aktâr-ı dünyâya ziyâ-bahşâ olalı hulefâ-i hunefâ-i râşidîn ve esâtîn-i selâtîn-i ehl-i dîn ve sâir guzât-ı hüdât ve mücâhidîn rahmetullâhi te‘âlâ aleyhim ecma‘în zümrelerinin, mihr-i nâ-bedâr şemşîr-i âb-dârlarıyla zulâm-ı küfr ü dalâlet emsâr ve aktârdan kal‘ u kam‘ ve def‘ ü ref‘ olunmağla, milel-i sâlife-i mütehâlife ve edyân-ı sâbıka-i gayr-i mütevâfıka, nesh u fesh olunub, bünyân-ı küfr ve tuğyân, yevmen fe yevmen münhedim, belki bilkülliyye  zâil ve mün‘adim olmak üzeredir.

Hazret-i rabb-i vâsiü’l-‘atâ-i sâmi‘ü’d-du‘â ve dâfi‘ü’l-belâ ve râfi‘ü’s semâdan tazarru‘la ricâ olunur ki, “İnnallâhe zevâ liye’l-arde, fe-ra’eytühû meşârikahâ ve megâribehâ ve inne ümmetî se-yeblugu mülkuhâ mâ-zevâ liye minhâ” hadîs-i beşâret-nûrunun mazmûm-i hümâyûn ve ferh-i makrûnun, rûz-be-rûz zuhûr ve bürûz etdirüb, sâkinân-ı etrâf-ı ma‘mûre-i erd ve kâtınân-ı eknâf-ı âlem bi’l-tûli ve’l-arz, efdal ve ekmel-i selâtîn-i cihân, bâ‘is-i râhat-ı emn ü emân-ı ehl-i îmân olan mülûk-i mekremet-sülûk-i Âl-i Osmân, halledallâhu hilâfetuhum ilâ inteha’z-zemân cenâblarına musahhar ve mecmû‘-i memâlik-i rûy-i zemîn zîr-i nigîn-i zafer-karînleri olmak mukadder ve müyesser ve mukarrer ola.

Bi-hakkı’l-hakk ve sıfâtihi’l-alî. Âmîn yâ erhamerrâhimîn ve’l-hamdü lillâhi rabbi’l-âlemîn

 


Wednesday, April 28, 2021

Sâlih bir Müslümanın, Şeyhine Yazdığı bir Şiir

Dü ebrû-yi cebîn-i tâb-nâkin secde-gâhımdır
Ulüvv-i sâye-i serv-i kadin câ-yi penâhımdır
[Parlak alnındaki iki kaşın benim secde ettiğim yerdir. Yani peygamberimizin yüksek nurları, onun hakiki varisi olan mübarek hocamın şerefli yüzünde de parlamaktadır. Benim yegane sığınağımi mübarek hocamın servi gibi olan mübarek boyunun şerefli gölgesidir]

Yüzün fikri nîgûn-sâz-i dil-i sûziş-karînimdir
Hayâl-i vech-i pâkin rûz-i gamda dâd-hâhımdır
[Mübarek yüzünün fikri, feryâd eden, ağlayan gönlüme sığınak, tertemiz yüzünün hayali, gam gününde bana yegane tesellîdir.]

Halâvet-yâb-i zevk olmaz derûnum hüsn-i fânîden
Senin ey mihr-i dil tâb-i ruhun sanb-i nigâhımdır
[Kalbim, bu fânî dünyanın fânî güzelliklerinin lezzetleriyle tatlanmaz. Benim bu hasta gözlerimin yegane ilacı, senin güneşler gibi ışıklar saçan gönlünün güneşine nazar etmektir.]

Görüp dûd-i siyâh-i çerhi sanma ebr yer tutmuş
Şeb-i hicrinde arşa azm kılmış dûd-i âhımdır
[Göğün siyah dumanını görüp de semayı bulut kaplamış sanma! Bu duman, senin ayrılık gecende arşa kadar çıkmış kalbimdeki aşk ve hasret ateşinin dumanıdır.]

Ne sendendir bu nâ-kâmî ne çerh-i kîne-verdendir
Beni dil-hûn-i hicrân eyleyen baht-i siyâhımdır
[Bu elemim ve ıztırabım ne sendendir, ne felektendir! Benim kalbimi hicran ateşiyle yakan, kanatan kara bahtımdır.]

Sülûküm yok tarîk-i ışk-ı gayra ey gül-i ra’nâ!
Benim ancak tarîk-i feyz-i ışkın şâh-râhımdır
[Ey gül yüzlü efendim! Senden başkasının yoluna asla girmem! Benim için tek yol, sultanların geçit merasimi yaptıkları senin feyizli, mübarek yolundur.]

Sipihrin mihr ü mâhı nûr-bahşı çeşm ü dil olmaz
Ziyâ, âfâk-ı dilde ol yüzü gül mihr ü mâhımdır
[Göğün güneşinin ve ayının nurları, benim bu hasta kalbimin gözünü nurlandırmaz! Ey Ziyâ! Senin gönül ufuklarını ziyalandıracak ancak gül yüzlü sevgilinin güneşler gibi nurlui ay gibi parlak nurlarıdır.]

Me’âsîdir işim, hüsn-i amelden yok eser, ancak
Elimde sûretin ser-mâye-i afv-i günâhımdır!
[Bu dünyada işim gücüm günah işlemektir ve güzel amelden hiçbir eserim yoktur. Ancak, ey nur yüzlü efendim; senin mübarek yüzünün fikri, benim günahlarımın affı için yegâne sermayemdir.]

Erzurum eşrâfından Yusuf Ziya Efendi

(Keşkül, Seyyid Abdülhakim-i Arvasi)


Eyüp Sultan Camii Kitabesi

  Zehî münkâd-ı emr-i Girdigâr u zıll-i Rabbânî Ser-firâz-ı cihândârân u asrın şâh-ı devrânı Menâr-ı nûr-ı şân Sultân Selîm Hân-ı bülend-ikb...