Wednesday, June 23, 2021

Tevbe’ye Dâir..

 


Malum ola ki, Hak teala cümlemize tevbe-i sâdıka-i dâime-i makbûle müyesser eyleye ve razı olduğu ilme ve amele muvaffak eyleye. Amin, bi-hürmeti'n-nebiyyi'l-ümmiyyîn.

 

Tevbe etmek, evâmir-i İslâmiyye'nin ehemmidir ve makâmât-ı îmâniyyenin evvelidir. Tarîk-i hakkın mebdeidir ve saadet kapısının miftâhıdır. Bazı sâlihlerden nakl olunur ki: Otuz sene kadar tevbe etmeğe say etmekle kendüye bir hayret ve acz gelip, 'Ne aceb! Tevbe etmek bana âsân olmadı.' dedikde, ona demişleri ki: 'Senin talep ettiğin ziyâde büyük nesnedir. Zîrâ sen Hak Teala'nın muhabbetini talep edersin. Bu muhabbetullâh ise, bir azîm saadettir. Nitekim Hak Teala buyurur: İnnallâhe yuhibbu't-tevvâbîne ve yuhibbu'l-mutatahhirîn. Yani, Hak Teala, günahlardan çok tevbe edici kulları sever ve çirkâb-ı zünûbdan pâk olanları sever deyû buyurmuştur. İmdî, senin talep ettiğin, tez ele girmez' deyû cevâb vermişlerdir.

 

Birgivî Vasiyetnâmesi Şerhi, sf.128


Wednesday, June 2, 2021

Akşemseddin’in Fatih’e mektubu

Konstantinopolis’in muhasarası 2 haftadır şiddetle devam etmekte iken, tonlarca gıda ve çeşitli iâneleri hâvî 3 büyük Ceneviz kalyonu Osmanlı donanamasını geçerek Haliç’e girmeye muvaffak olmuştu. Bu hâdise, Roma cânibini şandân u handân ederken, Osmanlı tarafına Tursun Beğ’in deyişiyle “fütûr ve perişânî” salmıştır. Tâcizâde ise askerin bölük pörçük olduğunu yazar aynı vakıayı anlatırken.

Gemilerin arkasının geleceği, daha büyük bir Haçlı donanmasının yolda olduğu haberleri de kara bulutları tahrik etmektedir. Bir bozgunun eli kulağındadır ki, bu sırada Molla Akşemseddin’in mektubu çıkagelir:



Hüve’l-Muizzü’n-Nasîr

Tahiyyât-ı zekiyyât ve teslîmât-ı sâfiyyât iblâğ kılmaktan sonra Cenâb-ı Kerîm’e ma‘rûz oldur ki, bu hâdise ki ol gemi ehlinden oldu. Kalbe hayli tekessür ve melâlet getirdi. Bir fırsat görünürdü, fevt olduğuna gayretler geldi. Biri gayret-i dîn ki, kâfirler ferah olup şemâtet-i a‘dâ olundu. Ve biri bu ki, mübârek vechinize noksan re’y ve ‘adem-i nifâz-ı hükm nisbet olmak ve biri bu ki, bu za‘îfe, ‘adem-i isticâbet-i du‘â nisbet olmak ve tebşîrimüz gayr-i mu‘teber olmak. Ve dahî mahzûr çok. İmdî müsâhele ve rıfk gerekmez. Bunun gibi bâbda, istiksâ idüp kimden bu tahallüf ve ‘adem-i ikdâm oldu bilüp, ‘ukûbet-i ‘azîme gerek. Azl gibi ve ta‘zîr-i şedîd gibi. Eğer olunmaya, yarın bir gün kal‘aya hücûm edecek ve hendek doldurmalı olacak, tehâvün ederler. Bilürsüz, ekseri, yasak müslümanıdır. Allah içün canını ve başını koyan azdan azdır. Meğer ki bir ganîmet göreler, canlarını dünyâ için oda atalar. İmdî mercû ve mütevekka‘ oldur, cidd ü cehd bi-kaderi’l-istitâ‘a, hem fi‘len ve hem emren ve hükmen ve kavlen idesüz ve bunun gibiye râci‘ olanı bir merhameti ve rıfkı az olan kimseye buyurasız. Teşdîd ve tağlîz ede, kemâ yenbağî. Ve hem asl-ı şer‘îsi vardır. Kâlellâhu te‘âlâ: “Yâ eyyühe’n-nebiyyü câhidi’l-küffâra ve’l-münâfikîne ve’ğluz aleyhim”

Bir aceb nesne vâki‘ oldu. Melâletle otururken Kur’ân-ı ‘Azîme tefe’ül etdik. Sultânü’s-sâdât Ca‘fer-i Sâdık işâreti üzere bu âyet geldi: “Va‘adallâhu’l-münâfikîne ve’l-münâfikâti ve’l-küffâra nâre cehenneme hâlidîne fîhâ. Hiye hasbuhum ve la‘anehumullâhu ve lehum azâzun mukîm” İmdî ol varmayanların bâtını Müslümân değildir. Hükm, münâfikîn de, kâfirle azâb-ı cehennemde mukîm olmakdır. Demek işâreti düşdü, bes teşdîd-i maslahat göründü. Himmet idesüz. Âkıbet hacâletle, inkisârla gitmeyevüz. Belki ferah ve mansûr ve muzaffer gidevüz bi-‘avnillâhi ve nusretihî âmîn. İmdî gerçi “El-‘abdu yüdebbiru vallâhu yukaddiru” kazıyyesi sâbitdir. El-hükmü lillâh. Velâkin elinden geldikçe cidd ü cehdini kul, taksîr etmemek gerek. Resûlullâhın ve eshâbının sünneti budur. Ve dahî melâletle Kur’ân okuyup yatmak vâki‘ oldu. Şükr Allâhü te‘âlâya, envâ‘-ı vechle lutuflar edip beşâretler oldu ki çok zamandır onun misli olmadıydı. Tesellî-yi tâm hâsıl oldu. Ve bu sözleri söylediğimiz, hazretinize fuzûl-i kelâm ‘addolmaya. Sevdiğimizdendir hazretinizi!



Eyüp Sultan Camii Kitabesi

  Zehî münkâd-ı emr-i Girdigâr u zıll-i Rabbânî Ser-firâz-ı cihândârân u asrın şâh-ı devrânı Menâr-ı nûr-ı şân Sultân Selîm Hân-ı bülend-ikb...