Friday, May 15, 2020

Keçecizade İzzet Molla’nın Mevlana Halid Hazretleri Hakkında Yazdığı Şiir




Mevlevî-meşreb Keçecizade İzzet Molla’nın (1786, İstanbul - 1829, Sivas), Mevlânâ Halid-i Bağdâdî Hazretleri’ne ithâfen kaleme aldıkları medhiye:



Bir takım îmân-fürûşân, bir alay dellâl-ı dîn,
Satmada sûk-i riyâda, kâle-i a‘mâl-i dîn.
Onların destinde kalmış, muztaribken hâl-i dîn;
Bir mükemmel zât şimdi, eyledi ikmâl-i dîn.

Şeyh Hâlid’dir, gül-i ruhsâr-ı millet-i hâlidîn.
Âsitân-ı huld-i cennet, fe’d-hulûhâ hâlidîn!

Şâh Abdullâh-ı a‘zam, ya‘nî Kutb-i Dehlevî,
Rûh-i cism-i bendegân, cân-ı cihân-ı ma‘nevî.
Bir çerâğı ile verdi, âleme bu pertevi.
Gülşen-i Firdevs’e döndü, ser-be-ser dünyâ evi.

Şeyh Hâlid’dir, gül-i ruhsâr-ı millet-i hâlidîn.
Âsitân-ı huld-i cennet, fe’d-hulûhâ hâlidîn!

Destgâh-ı kâle-i irfâna oldu Nakşibend,
Resm eder isterse, nâr-ı ateşe tohm-i sipend.
Eyle îmân kim, kerâmetiyle memlû kûy u kend.
Dûzah inkârına düşme, olursun der-mend!

Şeyh Hâlid’dir, gül-i ruhsâr-ı millet-i hâlidîn.
Âsitân-ı huld-i cennet, fe’d-hulûhâ hâlidîn!

Bestedir dest-i Resûlullâh’a, târ-ı rabıta.
Nezdine reh bağlayıp, fikret karâr-ı râbıta.
Hazret-i îşân olup, şimdi medâr-ı râbıta,
Tâzelendi gonca-i bâğ-i diyâr-ı râbıta.

Şeyh Hâlid’dir, gül-i ruhsâr-ı millet-i hâlidîn.
Âsitân-ı huld-i cennet, fe’d-hulûhâ hâlidîn!

Hangâhı hem behişt-âbâd, hem dârü’s-selâm.
Çünki kıldı hıtta-i Bağdâd’dan, teşrîf-i Şâm.
Firkatiyle dûzah oldu, kişver-i dârü’s-selâm,
Her ne derlerse desinler, bir sûrî ervâh-ı hâm.

Şeyh Hâlid’dir, gül-i ruhsâr-ı millet-i hâlidîn.
Âsitân-ı huld-i cennet, fe’d-hulûhâ hâlidîn!

Kârı, dâim eser-i eshâb-ı Resûl’e iktifâ.
Kesbi, bu bendergeh-i fânîde terk-i mâsivâ.
Şâm’ı teşrîf eyledi, ol bülbül-i vahdet-nevâ,
Maksadın âlemde istişmâm ise bûy-i vefâ. 

Şeyh Hâlid’dir, gül-i ruhsâr-ı millet-i hâlidîn.
Âsitân-ı huld-i cennet, fe’d-hulûhâ hâlidîn!

Hâlidîler’dir, fesâd-ı ümmeti tathîr eden,
Seyf-i bâtın ile, ehl-i zâhiri tedmîr eden,
Mülhidîni, cân-ı dîni arsa-ı şemşîr eden,
Dâim Ehl-i Sünnet’i, Cennet ile tebşîr eden.

Şeyh Hâlid’dir, gül-i ruhsâr-ı millet-i hâlidîn.
Âsitân-ı huld-i cennet, fe’d-hulûhâ hâlidîn!

İntisâbım var, ezelden şübhesiz dergâhına.
Münkeşif oldu dil-i zârım, dil-i âgâhına.
Şübhe etme, râh-ı hakdır zâhidâ, git râhına!
Bûy-i irfânı sezersen, düşme istiknâhına.

Şeyh Hâlid’dir, gül-i ruhsâr-ı millet-i hâlidîn.
Âsitân-ı huld-i cennet, fe’d-hulûhâ hâlidîn!

Hâk-pây-i cism-i câna, tâ olunca sürme-sâ,
Dîde-i dûz-i hasretim, Mevlâ bilir subh u mesâ.
Andelîb hâmem oldu, vasfına destân-serâ.
Bana da yek-çeşme lutf etsin, o gülşenden Hudâ!

Şeyh Hâlid’dir, gül-i ruhsâr-ı millet-i hâlidîn.
Âsitân-ı huld-i cennet, fe’d-hulûhâ hâlidîn!

Olmasam ben, bende-i Monla Celâleddîn eger,
Tâc-ı fakrın etmemiş olsam, o şâhın zîb-i ser,
Baş koyup dergâhına, İzzet olurdum hâk-i der,
Bari olsun arz-ı hâlimle revân, eşk-i ter.

Şeyh Hâlid’dir, gül-i ruhsâr-ı millet-i hâlidîn.
Âsitân-ı huld-i cennet, fe’d-hulûhâ hâlidîn!



Saturday, May 9, 2020

Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî ve Yahyâ Mezûrî Hazretleri’nden Hatıralar...



Hazret-i Mevlânâ Hâlid kuddise siruhu’l-vâhid efendimiz hazretlerini, sâhib-i te’lîf, ekâbir-i ulemâ-i Süleymâniye’den bazıları, ulûm-i akliyye ve nakliyyenin en mühim ve müşkil mesâil-i edakk-ı dakîkleriyle (en ince meselelerle) ilzâm etmek (susturmak) istediler iseler de kendileri mebhût oldular (şaşırıp kaldılar). Cemi’-i ahvâlde mukâvemet edemediler. Nezd-i kudsiyyelerinde ednâ bir câhil gibi kaldılar ve çare bulamadıklarından âhirü’l-emr (en sonunda) bahrü’l-ulûm ve allâmetü’l-mantûk ve’l-mefhûm, câmi’i’l-menkûl ve’l-ma’kûl, hâvîü’l-fürû’ ve’l-usûl, üstâz-ı ulemâ-i Irâk ale’l-ıtlâk, melce-i fühûlü’l-fudelâ fî hâl-i müşkilât, el-habrü’n-nihrîr, ilhâm-ı hücceti’l-islâm, el-âbid, en-nâsik, en-nakî, el-müteveccih-i bi-küllihî ilallâhi’l-hâdî Eş-Şeyh Yahyâ el-Mezûrî el-Imâdî kaddesallahü sirrehû hazretlerine bir mektûb yazıp gönderdiler ve me’âl-i mektûb şundan ibâretdir: “Kâffe-i ulemâ-yı Süleymâniye tarafından allâmetü’d-dünyâ ale’l-ıtlâkı ve’d-dîn, huccetü’l-müslimîn, mevlânâ ve şeyhunâ Yahyâ el-Mezûrî el-Imâdî hazretlerinedir. Hak te’âlâ Müslümânları, tûl-i hayâtınızla meta’landırsın. Emmâ ba’d, beldemizde vâki’ Şeyh Hâlid nâmında bir zât zuhûr eyledi. Hind’e gidip geldikden sonra vilâyet-i kübrâ ve irşâd-ı uzmâ da’vâsında bulunuyor. Ve şeyh-i müşârün ileyh, vech-i kemâl üzere ulûm-i dîn tahsîlinden sonra terk eyledi ve tarîk-i dalâleti ihtiyâr eyledi. Bizler ilzâm ve ifhâmından âciz kaldık. Ey bizim seyyidimiz! Sizin üzerinize vâcibdir ki bu cânibe gelesiniz. Dalâletini ve merâmını def’ ü men’ edesiniz. Şâyed bu tarafa gelmeyecek olursanız âmme-i nâsa ve bilâd-ı sâireye dalâleti neşr olacaktır. Ve aleyküm selâm ve rahmetullâhi ve berekâtühû”

İşbu mektûb-i bî-üslûb yed-i müşârün ileyhe vâsıl olunca bazı talebesiyle refâkaten bir hayvana râkiben (binerek) Süleymâniye’ye müteveccih oldular. Vaktâ ki belde-i mezkûreye karîb olunca cümle ulemâ-yı belde ve küberâ-yı mahalle istikbâle çıkıp yed ü pây-ı devletine rû sürüp her birerleri kendi hânelerine nüzûlünü ricâ ve niyâz eylediler ise de Şeyh-i müşârün ileyh hazretleri rûy-i mumâne’atla “Elbette şu sâ’atde Şeyh-i müştehârün ileyh ile görüşmek lâzımdır.” diyip zâviye-i hazrete müteveccih oldular. Vaktâ ki dâhil-i harem-i serây-ı dilârâ oldular ise Hazret-i Mevlânâ kuddise sirruh efendimiz hazretleri kıyâm ve istikbâl buyurup musâfaha eyledikden sonra cânib-i cenâb-ı cenb-i şerîflerine iclâs ettirdiler (yanlarına oturttular) ve Şeyh Yahyâ el-Mezûrî kuddise sirruh hazretlerinin kalbinde mahfûz bir takım mesâil-i dakîka (ince meseleler) var idi. Feth-i dehân etmeksizin (ağzını açmadan) Hazret-i Mevlânâ kuddise sirruh efendimiz hazretleri, şeyh-i müşârün ileyhe hitâben buyurdular ki: “Ulûm-i Rabbâniyye’de çok mesâil-i müşkile vardır. İşte birincisi budur ve cevâb-ı budur. İkincisi dahî şudur ve cevâbı dahî budur...” Her ne kadar kalb-i şeyh-i müşârün ileyhde musammem mesâil-i dakîka var ise cümlesini izhâr buyurup yine i’tâ-yı cevâbla hall ve îzâh buyurdular. Ve Şeyh Yahyâ Hazretleri bildi ki bu zevât-ı âlî-kader, kibâr-ı evliyâullahdandır, hemen kadem-i şerîflerine düşüp afv ve ricâ eyledi. Ve inâbe (tevbe) ve tasdîk edip Hazret-i Mevlânâ kuddise sirruh efendimiz hazretleri dahî bir hücre-i mahsûsa ta’yin buyurup ba’de’s-sülûk ehass-ı ricâl-i tarîkat-i aliyye-i hâlidiyye’den olmuşdur. İşbu vak‘a-i ibret-nümâ ve kerâmet-i hayret-efzâ gûş-i münkirîne (inkar edenlerin kulaklarına) îsâl olunca istidbâren hâib ve hâsir kaldılar (arka çevirip hüsrana uğradılar) ve ekserîleri tâib olub (tevbe edip) mürîd-i mu’tekiddînden (kabul eden müridlerden) olmuşdur.

Hazret-i Mevlânâ kuddise sirruh efendimiz hazretleri, Şeyh Yahyâ el-Mezûrî hazretlerini çok sever, ve kendilerinin müridi olmasına rağmen mu’âmele-i akrânda bulunurlar idi. Lâkin Şeyh Yahyâ el-Mezûrî kuddise sirruh, nefsini, meclis-i âlî-i kudsiyyelerinde hüddâmdan (hizmetçilerden) addederdi.

Hizmet-i müşârün ileyhde (Şeyh Yahyâ’nın hizmetinde) âlimü’l-edîbü’s-sâlih, eş-Şeyh, İsmail el-Berzencî hazretleri olup, Şeyh Yahyâ hazretlerinin hücresinde hizmet-i şerîfinde bulunduğu bir esnâda Şeyh Yahyâ hazretleri kaylûle eder ve Hazret-i Mevlânâ kuddise sirruh efendimiz hazretleri hücre-i mu’attara-i devlethânelerinden kalkıp Şeyh Yahyâ hazretlerinin hücresine teşrîf buyurup Şeyh İsmail istikbâl buyurup (karşılayıp), der ki: “Efendim, Şeyh Yahyâ hazretleri nâimdir (uyuyor).” Hazret-i Mevlânâ efendimiz hazretleri buyurdular ki: “Îkâz etme (uyandırma).” Akabinde Şeyh Yahyâ hazretleri’nin yanına gelip onu uyandırmadan öpüp buyurdular ki: “Metta‘nallâhu bi-tûl-i hayâtik” yani, “Yâ Şeyh Yahyâ, Hak te’âlâ hazretleri, tûl-i hayâtınla (uzun ömrünle) bizleri meta’landırsın” demektir. Ba’dehû (sonrasında) hücre-i müşârün ileyhden kendi hücre-i mukaddeslerine teşrîf buyurdular.

Şeyh Yahyâ el-Mezûrî hazretleri, ekâbir-i ulemâ-yı ümmet-i Muhammediyye’den idi. Bir çok âlim yetişdirmişdir. Şeyh Yahyâ hazretlerinin önüne na’leyn-i şerîflerini Şeyh İbrahim Fasîh hazretleri çevirirdi ve hizmet-i devletlerinde bulunurlardı. Şeyh Yahyâ hazretleri ona buyururlardı ki: “Ya İbrahim, sen meşâyih-zâdesin (Sâlih Hayderî hocamın oğlusun). Bu makûle (bu gibi) işleri etme.” diyip rû-yi rızâ göstermezlermiş. İlm öğrendiği üstâdlarına bu derece hürmet eder idi.

Menkıbe

Şeyhü’l-meşâyıh Hazret-i Mevlânâ Hâlid kuddise sirruh efendimiz hazretleri, Şeyh Abdülvehhâb es-Sûsî’yi istihlâfen (halîfe ta’yîn edip) İstanbul’a irşâda göndermişler ve ekâbir-i ricâl-i devlet-i aliyye ile ziyâdece görüşüp nefsini ucba ilkâ eylemiş ve her ne hikmete mebnî ise tarîkat-i aliyyeden el-ıyâzu billâh (Allah muhafaza) vukû’-i tardına binâen, Hazret-i Şeyh Yahyâ el-Mezûrî hazretlerine ilticâ edip, yed-i şerîflerini ba’de’t-takbîl (elini öpdükten sonra) Hazret-i Mevlânâ kuddise sirruh efendimiz hazretlerinden afv-ı kusûrunu iltimâs eyledi (şefaatçi olmasını istedi). Şeyh Yahyâ kuddise sirruh hazretleri, Hazret-i Sultânü’l-müfettişü’l-kulûb Mevlânâ Hâlid kuddise sirruh efendimiz hazretlerinin nezd-i kudsiyyelerine varıp afv-ı müşârün ileyhi iltimâs eyledi ve Mevlâna efendimiz hazretleri buyurdular ki: “Eğer affetmek benim elimde olsaydı affederdim. Ne çare ki sâdât-ı silsile-i Nakşibendiyye ervâhı onu kapılarından tard etmişlerdir. Eğer Abdülvehhâb, sakalını tıraş edip, yüzünü siyahlayıp, merkebe ters binip, sokaklarda Abdülvehhâb olduğunu bildirip nefsini kesr ederse, ervâh-ı sâdâtın (büyüklerin ruhlarının), bu takdîrce afv buyurmaları me’mûlümdür (affetmelerini umarım).” Şeyh Yahyâ hazretleri merhamet-i eğlebiyyelerinden (çok galebe çalan merhametlerinden) buyurdular ki: “Makûle keyfiyyete (bu işe) nefs-i Abdülvehhâb tâkat getiremez. Ruhsat-i aliyye-i kudsiyyenizle ona karşılık ben kulunuz sakalımı tıraş edeyim ve yüzümü siyahlayayım ve merkebe ters binip sokaklarda gezeyim. Tâ ki ervâh-ı silsilemiz, Abdülvehhâb’ı afv buyuralar. Nefs-i Yahyâ bir Müslüman’ın hâcetinde fedâ olsun.” İşbu kelâm-ı hüzn-âmize (bu pek hüzünlü söze) Mevlânâ Hâlid kuddise sirruh efendimiz hazretleri ağladılar ve Şeyh Yahyâ hazretlerinin boynuna sarılıp hayli vakit ağlaşdılar. Ba’dehû Hazret-i Sultânü’l-evliyâ Mevlânâ Hâlid kuddise sirruh efendimiz hazretleri, salât-ı nâfileye mübâşeret buyurdular ve Şeyh Yahyâ kuddise sirruh efendimiz Abdülvehhâb’a gelip: “Kimseyi levm etme (kötüleme). Ancak kendi nefsini levm et.” buyurdular ve Abdülvehhâb hâib ve hâsir kalkdı gitdi. Ne’ûzü billâhi min sûi’l-munkalib.


Menkıbe

Şeyh Yahyâ el-Mezûrî kuddise sirruh hazretleri, ahlâk-ı hamîde (övülmüş ahlak) ve hısâl-ı cemîle (güzel hasletler) sâhibi olup hânesinde harem-i şerîfleriyle (hanımıyla) çamaşır yıkar, yemek pişirir ve sâir havâyic-i beytiyyede zevcesine i’âne buyururdu (yardım ederdi). Ve evlâdı vefât ettiği vakitde kendisi gasl eyleyip  harem-i muhteremelerine ta’ziye ve ni’am-ı Hakk’a (Cenâb-ı Hakk’ın ni’metlerine) şükr ve senâ buyururdu. Hattâ bir gün mahdûm-i güherleri (kıymetli oğulları) allâmetü’l-muhakkık, Abdurrahmân Efendi hazretlerini, bir dağda tâife-i Yezîd katl etdiler. İşbu haber-i dil-hırâş (yürek parçalayan haber), esnâ-yı dersde iken sem’-i âlîlerine vâsıl oldu (kulaklarına geldi). “Hasbünallâh ve ni’me’l-vekîl (Allah bize yeter, O ne güzel vekîldir).” buyurup takrîr-i dersden aslâ infikâk etmediler (dersden ayrılmadılar).


Şeyh Yahyâ el-Mezûrî kuddise sirruh hazretleri 100 yaşında Bağdâd’da rıhlet-i dâr-ı bekâ buyurdu. El-âlimü’s-sâlihü’t-takî Molla Hüseyn bin Molla Camî hazretleri gasl eyledi ve âlimü’l-fâdıl, es-Seyyid Muhammed Emîn Efendi ve birâderi es-Seyyid Sâlih el-Hayderî Efendi ve İbrahim Fasîh Efendi ve nice kibâr-ı ulemâ münâvebeyle teberrüken su dökdüler. Allâmetü’l-fehâmetü’n-nihrîr, eş-Şeyh Abdurrahmân Rûzbehânî tâbe serâhu hazretleri, salât-ı cenâzede muktediyyün-bih (imâm) olup ekâbir-i ulemâ-yı Bağdâd ve cümle ehâli-yi bilâd cenâze nemâzını kıldılar. Halef-i na’ş-ı şerîflerinden medfen-ı firdevs-misâle kadar geldiler. Zannolunurdu ki kıyâmet gününden bir gündür. Gavsü’l-a’zam ve kutbü’l-efham, el-âlimü’r-rabbânî ve’l-ârifü’s-samedânî, es-Seyyid eş-Şeyh Abdülkâdir el-Geylânî kaddesallâhu sirrehû ve efâda aleynâ min berekâtuhû efendimiz hazretlerinin civâr-ı se’âdetlerine defn olundu. Rahmetullâhi te’âlâ aleyh.



Latinize: Emir Ali Demirel
Kaynak: Şemsü’ş-şümûs Tercümesi, Hasan Şükrü Efendi, Hicrî 1302, İstanbul.














Saturday, April 25, 2020

Peygamber Efendimiz’in, Yeğeni Abdullah bin Abbas’a Nasihati


O zamanlar 10 yaşlarında olan Abdullah bin Abbas rivayet ediyor:

Bir gün Resulullah’ın terkisinde idim.

“Ey oğul, sana bazı şeyler öğreteyim.” dedi ve şöyle buyurdu:

• Sen Allah’ın emir ve yasaklarını koru ki, Allah da seni korusun.

• Allah’ın emir ve yasaklarına riayet et ki, onun yardım ve inayetini devamlı yanında hazır bulasın.

• Bir şey istediğin zaman Allah’tan iste. Bir yardım dileyeceğin zaman Allah’tan yardım dile.

Şunu da iyi bil ki: Bütün insanlar bir hususta sana yardım etmek maksadıyla bir araya gelse, Allah’ın senin için takdir etmiş olduğundan öte bir yardımda bulunamazlar.

Sana bir zarar vermek maksadıyla hepsi bir araya gelseler, yine Allah’ın senin hakkında takdir ettiğinden öte bir zarar veremezler. Kalemler kaldırılmış, sahifeler kurumuştur.

Tirmizî, sıfatu’l-kıyame, 5




Wednesday, March 18, 2020

Mehmed Emin Tokadi Hazretleri’nin Kabir Taşında Yazanlar






Allâhu Bâkî

Gülistân-ı Nakşibendiyye’den yine tîğ-i ecel,
Bir gül-i sad-bergi kat‘ etdi hezâr âh u enîn!


Ya‘nî Tokâdî Efendi hem Muhammed nâmdaş,
Ârif-i billâh, emîn-i sırr-ı rabbü’l-alemîn.


Mürşid-i râh-ı hidâyet, hâcegânın erşedi,
Vâkıf-ı sırr-ı ledün, ilme’l-yakîn ayne’l-yakîn.


Murg-i rehber olduğu, ahrâra pes ma‘rûf idi.
Zât-ı ma‘sûmu’l-irâde, zü’l-cenâheyn-i zemîn


Siyyemâ bâğ-ı hadîs-i Ahmed’in nahli idi,
Yek bin dest-i kerâmetle olub hil‘at-güzîn.


Eyleyüp habs-i nefs, gavvâs-ı bahr-i lâ-yezâl,
Buldu dürr-i vaslı, erdi asla fer‘inden hemîn.


Esdıkâdan pençe-i şîr-i ecel dûr eyledi.
Ola Sıddîk’in karîni, Şîr-i Hak’la hem-nişîn


Peyk-i vahdet, sırr-ı pâkinden okur târîhini;
Oldu lâhûte revân, Allah deyüp rûh-i Emîn.

Fî Sene 1158 [m. 1745]


---
Tîğ-i ecel: Ecel kılıcı    
Gül-i sad-berg: Çok yapraklı gül
Hezar âh u enîn: Binlerce âh ve inleme
Hâcegân: Hocalar, Mürşidler
Erşed: En olgun
Zü’l-cenâheyn: İki kanatlı (Zâhirî ve Bâtınî ilimlerde âlim)
Nahl: Hurma ağacı
Gavvâs: Dalgıç
Bahr-i lâ-yezâl: Uçsuz bucaksız deniz (Marifetullah)
Dürr: İnci
Esdıkâ: Ahbaplar, dostlar

Dûr: Uzak
Sıddîk: Sadık, dosdoğru olan (Hazret-i Ebûbekir)
Karîn: Yakın
Şîr-i Hak: Allah’ın aslanı (Hazret-i Ali)
Ham-nişîn: Beraber oturan
Peyk: Haberci
Lâhût: Allahü teala’nın yüce katı


Foto & Latinize: Emir Ali Demirel




Friday, March 6, 2020

Eyüp Sultan Cami Kitabesi


Zihî tâ’at-geh-i ehl-i vilâyet, kim bu beytullâh,
Metâf-ı evliyâdır, tâifi rehbürde-i matlûb.

Basîret-mende, gerd-i sâhasından iktihâl etmek,
Bakılsa farz-ı ayn olmuş ki, müjgânın eder çârûb.

Bulundukda kerâmetle münevver meşhed-i Hâlid,
Ki hâlâ genc-i nakd-i rahmet-i Hak’dır, o cây-ı hûb.

Kapu açmış musallîne, salâ kılmışdı vaktinde,
Cenâb-ı Hazret-i Fâtih, yapup bir câmi-i mergûb

Sevâbın âna vakf etmekle, kasd-ı intisâb etmiş
Ânınçündür olur bu ma’bed, ol devletlüye mensûb

Şefâ’at-hâhlıkda,  fi’l-i ceddin işleyüp şimdi,
Şeh-i âlî-himem, tarz-ı kadîmin kıldı nev-üslûb.

Civârından rızâ pazarı, dükkânlar alup katdı,
Kef-i sükkânlarına sayıverdi, cümle zer mahbûb.

Büyütdü niyyet-i pâkiyle, tathîr etdi havlîsin,
Derûnundan binâ-yı nâ-becâyı, eyleyüb meslûb.

Ebu’l-feth-i cihânın çünki tecdîd etdi âsârın,
O şâhı Hak edüp gâlib, ‘adûsün eylesün mağlûb

Sürûrî! Söyle târîhin edâ-yı farz edüb ânda,
Selîm Hân’a duâ kıl, oldu zîbâ câmi-i Eyyûb

1215 [m 1800]

Latinize: Emir Ali Demirel




Eyüp Sultan Cami-i Şerîfi III. Selîm Hân devri inşâ kitabesi

Eyüp Sultan Camii Kitabesi

  Zehî münkâd-ı emr-i Girdigâr u zıll-i Rabbânî Ser-firâz-ı cihândârân u asrın şâh-ı devrânı Menâr-ı nûr-ı şân Sultân Selîm Hân-ı bülend-ikb...